For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

June 23, 2009

NO PERDER DE VISTA A IRAN

Mehmet OZKAN

El Tiempo (Colombia), 18 de junio de 2009

http://www.eltiempo.com/opinion/columnistas/otroscolumnistas/ARTICULO-WEB-PLANTILLA_NOTA_INTERIOR-5476507.html

Treinta años después de la revolución, la pregunta de cómo examinar a Irán todavía no tiene ninguna respuesta concreta no sólo en Occidente, sino también en Oriente. Los Estados de Occidente prefieren mantener un firme interés para ver a Irán desde la perspectiva que ellos quieren, mientras que el mundo islámico lo mira desde una posición proteccionista y defensiva, a excepción de los Estados árabes, que mantienen un prejuicio en su contra después de la revolución. Esta situación ha sido confirmada con cada elección y lo más interesante es que ello ha llevado a una confusión sobre cómo debemos ver a Irán.

Las últimas elecciones presidenciales se celebraron el pasado 12 de julio y parecen ser las más interesantes y controvertidas de las realizadas después de la revolución. La participación fue del 85 por ciento de la población, la mayor en la historia del país. El presidente Mahmud Ahmadinejad fue elegido para su segundo mandato con el 63 por ciento de los votos, mientras que Mir Hussein Musavi, representante del ala reformista, recibió el 33 por ciento.

No obstante, después de perder las elecciones, por primera vez un candidato rechaza abiertamente el veredicto y desafía los resultados.

Por su parte, las protestas callejeras contra los resultados demuestran que una parte de la sociedad iraní no está satisfecha con las políticas del régimen. El 60 por ciento de la población es menor de 33 años, quien, en su mayor parte, ha crecido después de la revolución. Políticas represivas del sistema actual y las demandas de las nuevas generaciones son la parte más débil de la política iraní.

Las manifestaciones también reflejan el creciente descontento y la ira en contra de la élite y sus políticas restrictivas. Teniendo en cuenta que el candidato reformista, Musavi, contribuyó a la revolución, presentarlo como un candidato en contra del régimen es algo abierto a discusión. Sin embargo, a través de Musavi, lo que hemos visto es que Irán tiene un sistema político opresivo y restrictivo, y ahora, por lo menos entre las nuevas generaciones, se ha abierto un debate serio.

Desde la perspectiva de los equilibrios regionales, el resultado de las elecciones no espera poner algo nuevo en la política exterior iraní. No obstante, la victoria de Ahmadinejad podría legitimar indirectamente la falta de cooperación de las políticas de derecha del gobierno de Netanyahu, a quien Obama ha presionado para aceptar una solución de dos estados en Palestina.

Regionalmente, la más elemental necesidad de Irán es volver a abrir canales de comunicación entre los árabes y los iraníes, que se han polarizado después de la invasión estadounidense de Irak. Esta deberá ser una de las principales prioridades del segundo mandato de Ahmadinejad.

Desde los albores de la revolución iraní, los Estados de Occidente han interpretado cada pequeña acción de lucha en contra de aquella como el final de la misma. Los comentarios y la cobertura de las últimas elecciones iraníes en Occidente han demostrado una vez más este hecho. Quizás lo más interesante de este enfoque es que olvida que el candidato presidencial Mir Hussein Musavi fue primer ministro de Irán durante los años más críticos de la revolución iraní, entre 1980 y 1989. En general, lo que Occidente olvida frecuentemente es que Irán tiene una única estructura política, cuyo sistema se basa en la filosofía chiita y la pérdida del imam (líder religioso).

Según la interpretación del ayatolá Jomeini, durante la espera del regreso del duodécimo imam, el sistema político de Irán ha debido regirse por Velayeti Fakih, un grupo de líderes religiosos. Como varios observadores han destacado, el verdadero poder en Irán está en manos del líder religioso ayatolá Jamenei, jefe del Estado iraní, cuyo poder e influencia en la política iraní son inimaginables en Occidente. Decisiones importantes sobre el futuro de Irán no pueden tomarse sin la aprobación del líder religioso. Esta es la cara oculta del sistema político de Irán.

Las elecciones generales en Irán ciertamente han provocado algunos debates internos y externos. Pese a esto, no se ha abierto una nueva época en materia de política exterior, ni se ha producido un cambio radical en el sistema político. Sin embargo, los cambios en la política regional y mundial exigen a Irán volver a equilibrar sus intereses y una reinterpretación de acuerdo con el nuevo entorno internacional. En lo que nos tenemos que enfocar es en cómo los presidentes de Occidente podrían responder a las políticas de un presidente iraní con el cual no quieren trabajar.

* Estudiante de doctorado en la Universidad de Sevilla (España) y estudiante visitante en la UPB-Medellín.

Nota: Muchos gracias a Carolina ZUÑIGA GOMEZ por su ayuda al editar del lengua del articulo.

SEÇİM SONRASI İRAN

Iran After Elections

Mehmet OZKAN

Perspektif, July 2009

Otuz yilin sonunda bile hala 1979 yilinda gerceklesen devrim sonrasi Iran`a nasil bakilmasi gerektigi sorusu hala hem batida hem de doguda gercek bir yanit bulmus degil. Bunda her ne kadar batili devletlerin Iran`a gormek istedikleri pencereden bakmalarinin etkisi kadar, Iran`a onyargi ve red edici bir gozle bakan Arap devletleri haricindeki islam dunyasi da devrim sonrasi Iran`ina sahiplenici bir psikolojiyle bakmaktadir. Bu durum her Iran`da yapilan her secim sonrasi yapilan tartismalarda kendisini gostermektedir. 12 Haziran´da yapılan ve İran devriminden sonra yapılan en ilginç ve tartışmalı devlet başkanlığı seçimi olan 10. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu durumu yeniden gozler onune serrmistir. Temel olarak iddialı iki adayın yarıştığı ve katilim oranının %85 civarında ve hayli yüksek olduğu seçim sonucunda, İran devlet başkanı Mahmud Ahmedinejat oyların %63´ ünü alarak yeniden devlet başkanı seçilmiştir. Reformcu kanadın temsilcisi olarak gösterilen Mir Hüseyin Musavi ise oyların %33’ünü alarak seçimden ikinci çıkmıştır. Bu yazıda İran seçimlerinin iç siyaset, bölgesel ve küresel açıdan genel bir değerlendirilmesi yapılacaktır.

İran`daki 12 Haziran seçimleri bir kaç açıdan devrim tarihinin en ilginç seçimi olmuştur. Seçim sonrası kaybeden Musavi´nin seçimlerin sonucunu kabul etmeyeceği yönündeki açıklamaları bir ilktir. Aynı şekilde caddelerde seçimi protesto etmek amacıyla yapılan gösteri ve yürüyüşlerin yoğun bir şekilde yaşanması toplumsal kaynamanın küçük de olsa yansımaları olarak görülmelidir. Nüfusunun %60´i 33 yaşından küçük olan ve son derece genç ve dinamik bir nüfusa sahip olan İran´da devrim sonrasında yetişen neslin devrimin baskici ve ozgurlukleri sinirlayici boyutunu tartismaya acmasi, aslinda Iran siyasi rejiminin en zayif halkasindan birisidir. Sah Riza Pehlevi`nin baskici rejimine karsi yapilan Iran devriminin, baskici bir rejime donusmesi Iran siyasi sisteminin en buyuk acmazi olarak gorulmelidir. Bu durumin degistirilmesi ve ozgurluk alaninin genislemesi talepleri her secimde kendisini yeni bir yapi icerisinde yeniden dillendirmektedir. Son seçimde bu talepleri açıkça destekleyen bir adayın varlığı tartışmaya açık olsa da, son dört seçimdir her gecen gün dozunu artıran ve yönetici elitin baskici uugulamalarina yönelik oluşan tepki bu seçimde Musavi üzerinden kendisini göstermiştir. Musavi´nin devrim tarihindeki geçmişi itibariyle rejim karşıtı bir tavrının olacağı tartışmaya açık olmakla beraber ortada var olan bir gerçek İran sisteminde özgürlüklere yönelik baskıcı ve sınırlayıcı politiklerin artik en azından genç nesil arasinda ciddi sekilde tartışmaya açıldığıdır.

Bölgesel dengeler acısindan İran´in son yıllarda devam ettiği politikaların genel olarak onumuzdeki donemde de devam edeceği beklenilmelidir. Fakat İrandaki seçimleri uluslararası alanda sert çıkışlarıyla tanından Ahmedinejat´in tekrar kazanması İsrail´de iktidarda bulunan aşırı sağcı Netanyahu hükümetini barışa zorlama girişimlerini sınırlayabilir. Obama tarafından açıkça zorlanan Netanyahu hükümeti özellikle İran´in nükleer silah edinmesine karşı olarak uluslararası alanda oluşturmaya çalıştığı baskıyı artırarak bir nevi gündemi kendi üzerinden İran üzerine aktarabilir. Bölgesel anlamda acil ihtiyaç olan en temel ilişki Araplar ile İranlılar arasında iletişim kanallarının yeniden açılmasıdır. Özelikle Irak işgali sonrasında oluşan kutuplaşmaya yönelik çözüm bulma çabaları ve ihtiyacı bölgesel anlamda Ahmedinejat´in ikinci döneminde en önemli gündem maddelerinden birisi olarak görülmelidir.

Batili devletler Iran devrimini ilk baslarda ozgurlukleri yukseltecek ve Sah tarafindan getirilmis sinirlamalarin kalkmasi olarak yorumlamisti. Ayetullah Humeyni`nin beklenenden daha popular oldugunun farkina varilmasindan sonra batili yaklasim icsellestiri olmaktan ziyade dislayici bir egilim gostermistir. Iran devriminin ta basindan beri batili devletler uzerinde yarattigi sokun bir yan etkisi olarak, batili devletler son otuz yildir Iran`da yasanan kucuk bir rejim karsiti kipirdanmayi devrimin sonunun geldigi seklinde yorumlayagelmislerdir. Son secimlerin batili devletler nezdindeki yorum ve degerlendirmeleri bu sintomun kucuk bir yansimasi olarak gorulmedir. Belki bu yaklasimin en ilginc tarafi batili devletler tarafindan rejimi degistirecekmis havasiyla sunulan baskan adayi Mir Hüseyin Mosaviエnin devrimin en ateşli yılları olan 1980-1989 arasında hem de devrim lideri İmam Humeyniエnin yaşadığı dönemde başbakanlık yapmış olmasıdir.

Genel olarak batinin ve dogunun yanıldığı temel nokta İranın her açıdan kendine özgü bir siyasi yapıya sahip olduğunu unutmaktır. Iran kokleri shia felsefesine dayanan ve kayip imam inancinin derin etkilerini tasiyan bir siyasi sisteme sahiptir. Ayetullah Humeyni`nin Sia felsefesinde yaptigi yeni yorumlamaya gore, kayip onikinci imamin geri gelmesinin beklenildigi sure boyunca Iran`da siyasi sistem Velayeti Fakih denilen atanmis bir dini liderler grubu tarafindan yonetilmelidir. İranı yakından takip eden bir çok gözlemcinin çok defalar vurguladığı gibi İranda gerçek güç Velayeti Fakih`in basi Ayetullah Hamaney`in elinde toplanmış olup, devlet başkanlarının göreceli olarak yetkileri ve etkisi batılı kontekste bilindiginden çok daha azdır. Ülkenin kaderini belirleyici bir çok kararın dini liderin onayı olmadan uygulamaya konulamayacağı Iran siyasi sisteminin gorunmeyen gerçeğidir.

Yeniden secilen İran devlet başkanı Ahmedinejat gorev yaptigi son dort yilda izlediği medya siyaseti itibariyle son derece sert ve radikal söylemleri olan birisi olmasina rağmen, ayni zamanda devrim tarihinde yeni seçilen bir Amerikalı meslektaşını kutlayan ilk lider olarak tarihe geçmiştir. Obamaya yazmış olduğu uzun mektup ve önerdiği muhtemel işbirliği talepleri İran devrimi tarihinde yeni bir safhayi ve dunya ile entegre olmanin artik rejimin siki muhafizlari tarafinda bile kabul edildiginin gostergesidir. Yeni donemde Iran icin en onemli nokta Iran`in dunya ile entegrasyon taleplerine karsilik ve batili devletlerin Iran uzerinde nukleer enerji sorunu dolayisiyle ulusturdugu baskinin nasil dengelenecegidir.

En genel anlamda İran seçimleri getirdiği iç ve diş tartışmalarla birlikte devrim tarihinde yeni bir çığır açtıysa da İran dış politikası acısından radikal bir değişiklik getirmedigidir. Fakat, bölgesel ve küresel düzlemde değişen dengeler gereği İran`ın kendi çıkarlarını yeniden yorumlayıp ona göre bir siyaset izleyeceği fakat ozunde eski politikalarinda bir degisiklik yapmayacagi vurgulanmalidir. Yeni donemde yakindan izlenilmesi gereken asil nokta batıli devletlerin hiç istemedikleri bir liderin politikalarına yeni donemde nasıl bir karşılık verecekleridir.

Medellin-Kolombia
12 Haziran 2009

Verändert die Hamas das Gleichgewicht im Nahen Osten?

Mehmet OZKAN

Perspektif, Juni 2009

Im Allgemeinen widmeten sich US-Präsidenten in ihrer zweiten und letzten Regierungsperiode dem Nahostproblem. Sie bemühten sich eine Lösung für den Palästina-Israel Konflikt zu finden, was ihnen aber entweder aufgrund von Zeitmangel oder einer ungünstigen politischen Lage nicht gelang. Daran hat sich in den letzten 40 Jahren so gut wie nichts geändert.

Im Unterschied zu seinen Vorgängern erweckt Barack Obama den Eindruck, als würde er sich unmittelbar nach dem Wahlsieg dem Palästina-Problem zuwenden. Die Ernennung eines Nahost-Sonderbeauftragten und die kontinuierlichen Besuche nach seinem Wahlsieg sind Signale einer neuen Nahost-Politik. Parallel zu diesen Entwicklungen durchläuft der Nahe Osten verschiedene Phasen der Veränderung und Umgestaltung. Insbesondere der Angriff Israels auf Gaza und der nachfolgende Regierungswechsel in Israel sind jedoch Hindernisse für Friedensversuche. Doch die zunehmende Befürwortung der Einbeziehung der Hamas in den Friedensprozess, die ihre Legitimität auf regionaler und internationaler Basis immer weiter bestärkt, stellt eine positive Entwicklung für den regionalen Frieden dar.

Der Angriff Israels auf Gaza im Januar 2009, der im gewissen Sinne dem Scheitern der bisherigen Nahostpolitik der Internationalen Politik gleichkommt, erfordert eine neue Herangehensweise. Der israelische Angriff erfolgte gleichzeitig mit dem Regierungswechsel in den USA, sodass Obama seine Aufmerksam schon sehr früh dieser Region schenken konnte und nochmals die Notwendigkeit einer Zuwendung auf diese Region auf die Tagesordnung bringen konnte. Im Rahmen dieser Entwicklungen zeigten sowohl die EU als auch die Vereinten Nationen erneut Interesse für diese Region, um eine Basis für Friedenslösungen zu schaffen. Der Knackpunkt dieses Problems ist, dass ohne die Unterstützung der USA der Erfolg von Friedensbemühungen sehr gering erscheint. Diese Tatsache gibt den internationalen Institutionen und Organisationen zunächst keine andere Möglichkeit als die Haltung Obamas bezüglich des Konfliktes abzuwarten. Für den neuen Präsidenten der Vereinigten Staaten, Barack Obama, der die Trümmer Bushs säubern und der Weltordnung im Namen der Vereinigten Staaten eine neue Legitimitätsbasis geben möchte, stellt der Palästina-Israel-Konflikt einen wichtigen Indikator für seinen Erfolg dar. Aufgrund der vorrangigen Notwendigkeit, die Beziehungen zum Irak und Afghanistan sowie die transatlantischen Beziehungen und das Verhältnis zu Lateinamerika auf eine neue legitime Plattform zu verschieben, bedeutet jedoch, das Obama und sein Team, die Überlegungen für nachhaltige Lösungsansätze für das Palästina-Israel-Problem erstmal auf Eis gelegt haben.

Die größte Ironie des Gaza-Krieges ist die Novellierung des Gleichgewichts innerhalb der Region. In einer Phase, in der die Legitimität der Hamas in Palästina stieg und die Einbeziehung dieser Partei in die Friedensverhandlungen angestrebt wird, wurde die Regierung der rechten Likud Partei übergeben. Die Koalitionsregierung des Ministerpräsidenten Netanyahu mit der rechtsradikalen ParteiYisrael Beiteinusowie die Benennung des Parteichefs der rechtsradikalen Partei Yisrael BeiteinuLiberman zum Außenminister schwächten die Friedenshoffnungen im Nahen Osten. Auch wenn Benjamin Netanjahu mehrere Male seine Bereitschaft zu Friedensverhandlungen geäußert hat, wird die Ernsthaftigkeit und Aufrichtigkeit dieser Äußerungen von vielen internationalen Beobachtern infrage gestellt und nicht für ehrlich befunden. Trotz alledem ermöglicht die neue Situation der israelischen Regierung, die Ernsthaftigkeit ihrer Absichten unter Beweis zu stellen.

Zu den Lehren des Gaza-Kriegs zählt unter anderem, dass ein Frieden ohne die Einbeziehung der Hamas unmöglich ist; vor allem angesichts des regionalen Gleichgewichts. Diese Ansicht teilt auch die Weltöffentlichkeit, was das Scheitern der Isolationspolitik gegenüber der Hamas angeht, die sich nach ihrem Wahlsieg im Jahre 2005 trotz dieser Politik zu behaupten versucht. Die seit fünf Jahren andauernden Bestrebungen, die Hamas auszugrenzen und zu schwächen sind nicht nur erfolglos geblieben, sondern haben ihrer Legitimität in der Region und in Palästinaeine neue Grundlage gegeben. Israels Versuch, die eigene Machtposition mittels Gewalt und Zerstörung des Gazastreifens, welches unter der Kontrolle der Hamas ist, zu festigen, hat der Legitimität der Hamas neue Wege eröffnet. Während die Türkei und Katar die Legitimität der Hamas akzeptieren, musste die Arabische Liga in seiner Geschichte zum ersten Mal offiziell zwei geteilte Sitzungen durchführen. Die Verhandlungen über den Waffenstillstand fanden zwar in Ägypten statt, sind aber durchaus nicht Ergebnis der ägyptischen Bemühungen, das sich qua Einfluss und Macht gerne als vermittelndes Land gesehen hätte.

Die Legitimation der Hamas nach dem Krieg bewirkte nicht nur die Entstehung einer neuen Atmosphäre auf internationaler Ebene, sondern auch auf regionaler Ebene in Palästina. Insbesondere die Akzeptanz der Meinung, dass ohne die Existenz der Hamas ein Frieden nicht möglich ist, löste erneut Diskussion über die palästinensische Einheitsregierung aus. In diesem Rahmen fahren die Verhandlungen in Ägypten fort und der palästinensische Präsident gab sein Amt auf, um diesen Friedensprozess zu beschleunigen. Auch wenn bis jetzt keine konkreten Ergebnisse erzielt worden sind, sollte die berechtigte Teilhabe der Hamas an den Verhandlungen als ein entscheidender Faktor für den regionalen Frieden aufgefasst werden.

Für den Frieden zwischen Israel und Palästina sind drei entscheidende Faktoren ausschlaggebend:eine gerechte Weltöffentlichkeit sowie eine gerechte USA; eine den Frieden anstrebende israelische Regierung; eine Einigung zwischen den palästinensischen Gruppen. Diese drei Faktoren haben den Friedensprozess bisher immer beschleunigt und zu Ergebnissen geführt. In Zeiten, in denen einer dieser Faktoren ausfiel, zeigten die Friedensinitiativen keinen Erfolg. Im Vergleich zu früheren Phasen zeigt die internationale Weltöffentlichkeit eine eher positive Haltung. Palästina durchläuft eine Genesung, aber neben der neuen Hoffnung gibt es keine ernsthaften Veränderungen. Der wichtigste Akteur, die israelische Regierung, die die Friedensbemühungen in eine sehr positive Richtung lenken kann, scheint eher eine distanzierte Haltung eingenommen zu haben, was das größte Hindernis für die Friedensverhandlungen darstellt.

Trotz der positiven Entwicklungen ist nach Ansicht vieler Analytiker die Lösungsfindung für den Palästina-Israel-Konflikt heute genauso schwer und kompliziert, wie früher. Die Einbeziehung der Hamas scheint für kurzfristige Friedensinitiativen nicht effizient zu sein, die Entwicklung als ganzes gilt aber als nachhaltige Friedensinvestition. Zu welchen Ergebnissen eine Nahostpolitik mit der Hamas in Palästina führen wird, wird die Zukunft zeigen. Zumindest kann man sagen, dass neue Perspektiven aufgezeigt wurden.

http://www.igmg.de/nachrichten/artikel/veraendert-die-hamas-das-gleichgewicht-im-nahen-osten.html

Hamas Ortadoğu'da Dengeleri Değiştiriyor mu?

Is Hamas changing the balance of power in the Middle East?

Mehmet OZKAN

Perspektif, Haziran/June 2009

Genel olarak Amerikan devlet başkanları seçildikleri ikinci ve son dönemlerinde yoğunluğu Ortadoğu`ya vererek özellikle Filistin-İsrail Sorununda bir çözüm bulmak için çaba sarf etmişlerdir. Kimileri zaman yetersizliğinden kimileri ise bölgedeki siyasi yapının barış eğilimli olmamasından dolayı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Bu durum son kırk yıldır hemen hemen bütün Amerikan başkanlarının paylaştığı ortak bir noktadır. Diğerlerinden farklı olarak Amerika’nın yeni Başkanı Barack Obama seçilir seçilmez, Filistin-İsrail meselesine ilgi gösterecekmiş gibi gözüküyor. Obama'nın özel bir Ortadoğu temsilcisini hemen ataması ve seçilmesi sonrasında temsilcinin bölgeye yaptığı ziyaretler bölgeye yönelik yeni bir siyasetin sinyalleri olarak yorumlanmaktadır. Tüm bu dış gelişmelerle birlikle Ortadoğu bölgesi de kendi içinde çeşitli değişim-dönüşüm süreçlerinden geçmektedir. Özellikle İsrail`in Gazze’ye yönelik saldırısı ve sonrasında İsrail'de yaşanan iktidar değişikliği, barışa yönelik adımlara yeni bir engel olarak görülmektedir. Bununla beraber meşruiyetini bölge ve küresel aktörler gözünde artıran Hamas’ın barış görüşmelerine katılmasının istenmesi bölge barışı için önemli bir gelişme olarak görülebilir. Bu yazıda temel olarak bölgesel ve küresel değişmeler bağlamında Filistin-İsrail sorunu ve Hamas'ın geleceği değerlendirilecektir.

Ocak 2009`da yaşanan ve uluslararası sistemin Ortadoğu’ya yönelik politikalarının çöktüğünün bir nevi ilanı olan İsrail'in Gazze saldırısı, bir kaç açıdan bölgedeki domino taşlarını yeniden düzenlemeyi zaruri kılmıştır. Amerika`daki başkanlık değişimiyle aynı ana denk gelmesi, yeni Başkan Obama'dan bölgeye yönelik erken ilgisini çekmiş ve bir nevi uluslararası toplumun acilen bölgeye yönelmesi gerektiği fikrini bir kez daha gündeme getirmiştir. Bu gelişmeler çerçevesinde gerek Avrupa Birliği gerekse Birleşmiş Milletler yeni barış girişimleri için altyapı yapma açısından bölgeye yeniden ilgi göstermişlerdir. Fakat burada üzerinde durulması gereken temel nokta, Amerika'nın desteğini almadan herhangi bir barış girişiminin başarı şansının az olduğudur. Bunun farkında olan birçok uluslararası kurum ve kuruluş, Amerika'nın yeni Başkanı Obama'nın tavrını beklemeye çekilmiştir. Bush'tan geriye kalan enkazı temizlemek ve Amerika adına dünyada yeni bir meşruiyet zemini kurmak isteyen Obama için Filistin-İsrail sorunu önemli bir gösterge olacaktır fakat Irak, Afganistan, trans-atlantik ilişkileri ve Latin Amerikayla ilişkileri meşru zemine çekme girişimlerinin öncelik ve aciliyeti, Obama ve ekibinin Filistin-İsrail sorununa yönelik kalıcı bir yaklaşım getirmelerini doğal olarak geciktirmiş gözükmektedir.

Gazze savaşının ortaya çıkardığı en büyük ironi bölgedeki dengeler üzerinde yaptığı değişikliktir. Filistin de Hamas'ın meşruiyetini artırdığı ve barış sürecine çekilmeye çalışıldığı bir süreçte savaş sonrasında yapılan İsrail seçimlerinde Sağcı Likud partisi iktidara gelmiştir. Likud lideri Başbakan Netanyahu`nun aşırı sağcı İsrail Evimiz partisiyle iktidar ortağı olması ve dışişleri bakanlığı koltuğunu İsrail Evimiz partisi lideri Liberman'in üstlenmesi, birçok açıdan Ortadoğu’daki barış umutlarının bitmese bile zayıfladığı şeklinde yorumlanmışdır. Her ne kadar İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu Filistinlilerle görüşmeye hazır olduğunu bir kaç kez uluslararası topluma ilan etse de, bu söylemin ciddiyeti ve samimiyeti birçok uluslararası gözlemci tarafından sorgulanmakta ve ciddi bulunmamaktadır. Fakat herşeye rağmen önümüzdeki süreç İsraildeki yeni iktidar için en iyi test ve yargılama aracı olacaktır.

Gazze savaşının bölgesel dengeler açısından yaptığı en büyük ‘katkı’, hem bölgesel hem de uluslararası aktörlerin de anladığı gibi Hamas’ın olmadığı bir süreçte barışın imkânsızlığıdır. Uluslararası toplumun buna kani olması aynı zamanda 2005 yılında seçimi kazanmasına rağmen yoğun bir izolasyon ve dışlama sürecine karşı varlığını sürdürmeye çalışan Hamas'a karşı uygulanan politikanın iflas etmiş olmasıdır. Yaklaşık beş yıldır uygulanan dışlama üzerinden Hamas`ı değiştirme siyaseti başarılı olmadığı gibi birçok açıdan ters tepmiş ve aksine Hamas’ın bölgede ve Filistin içinde meşruiyetini tescillemiştir. Gazze savaşı sırasında İsrail Hamas`ın kontrolünde bulunan Gazze bölgesinde ciddi yıkım ve katliamla kendi varlığını Hamas üzerinde kabul ettirmeye çalıştıysa da, bu durum Hamas’ın meşruiyetini artıran bir sürece yol açmıştır. Türkiye ve Katar, Hamas’ın uluslararası meşruiyetini açıkça savunurken, Arap Ligi tarihinde ilk defa resmi olarak bölünmüş ve iki grup halinde ayrı toplantı yapmak zorunda kalmıştır. Mısır her ne kadar savaşı durdurmak için en çok çaba gösteren devletmiş gibi gözükse de ateşkes görüşmelerine ev sahipliği yapması sahip olduğu güç ve etkiden öte, varılan bir uzlaşmanın sonucu olmuştur.

Hamas’ın savaş sonrası meşruiyeti sadece uluslararası toplum ve bölgesel devletler düzeyinde değil aynı zamanda Filistin içinde yeni bir atmosferin doğmasına yol açmıştır. Özellikle uluslararası toplumun Hamas olmadan barışın olamayacağı fikrini benimsemesi sonucunda Filistin birlik hükümeti tartışmaları yeniden alevlenmiştir. Bu çerçevede yapılan görüşmeler halen Mısır'da devam etmekte olup, bu çabanın bir parçası olarak Filistin başbakanı süreci kolaylaştırmak adına görevinden istifa etmiştir. Şu ana kadar yapılan görüşmelerden herhangi net bir sonucun çıkmadığı tahmin edilmekle beraber, Hamas’ın sürece dâhil edilmeye başlanması bölgesel barış açısından önemli bir adım olarak görülmeli ve sürdürülmelidir.

Muhtemel bir Filistin-İsrail barışı için temel olarak üç etkin taraf olmazsa olmazdır: adil olması gereken bir uluslararası toplum ve Amerika, barış isteyen bir İsrail hükümeti ve Filistinli gruplar arasındaki birlik. Her ne zaman bu üçlü bir araya gelse barışa yönelik girişimler artmış ve az da olsa sonuç alınmıştır. Fakat bu üçlü ayaktan bir tanesinin kırık olduğu bir süreçte barış girişimleri bir nevi ölü doğmuş proje girişimlerinden öteye geçmemektedir. Şu anki durum itibariyle uluslararası toplum ayağı, önceki dönemlere göre biraz da dengeli bir bakış açısı ile bakarak pozitif bir sinyal vermektedir. Olayın Filistin ayağı kendisini toparlamakta ve ileriye yönelik umutlar vermekler beraber ciddi bir yeni durum ortaya çıkmamıştır. Şu an itibariyle muhtemel barış girişimlerinin en önemli ayağı olan İsrail diğer iki ayaktan farklı olarak ters tarafa kaymış gibi görünmekte ve bu durum muhtemel barış girişimlerinin önündeki en büyük engel olarak durmaktadır.

Tüm bu pozitif gelişmelere rağmen birçok gözlemciye göre bugün hala Filistin-İsrail sorununa bir çözümün bulunması en az önceki dönemler kadar zor ve uzaktır. Fakat Hamas gibi son derece önemli bir aktörün sistem içine çekilmeye çalışılması yakın süreçte barış girişimleriyle sonuçlanmasa da uzun vadeli olarak bugünlerde yapılan en uzun süreli ve kalıcı barış yatırımı olarak görülmektedir. Hamas`lı bir Filistin ve Ortadoğu’nun bölgeyi nasıl bir sürece çekeceğini zaman gösterecek olmakla beraber, en azından yeni ufuk ve umutlara kapı araladığını söylemek mümkündür.

April 2009
Medellin- Kolombia