For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

July 10, 2009

Doğu Türkistan'ı tanıyor muyuz?

MEHMET ÖZKAN

Yeni Safak, 11 Temmuz 2009.
http://yenisafak.com.tr/Yorum/?t=11.07.2009&i=197881

Doğu Türkistan'da yaşanan olayları analiz etmek için önce bu bölgeyi ve Çin'i bilmeyi gerektiriyor. Ancak İslam dünyası ve Batı'da bu ilginin sınırlı olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Duygusal olarak Doğu Türkistan'a yakınız ama bu yakınlık gerçekçi siyasete dönüşemiyor.

Son günlerde Sincan şehrinde yaşanan katliam ve provokasyon olaylarıyla bir kez daha ortaya çıktı ki, Doğu Türkistan meselesi İslam dünyasında duygusallığın yüksek fakat gerçekliğinin son derece az olduğu ve bu sebeple de 'gerçek' anlamda ihmal edilen nadir sorunlardan birisidir. Doğu Türkistan diasporasının bir çok Avrupa ülkesinde ve Türkiye'de örgütlenmiş olmasına rağmen sorunla ilgili olarak izah edici, söz söyleyici ve hatta belirleyici bir söylem üretemedikleri soruları önümüzde durmaktadır.

Doğu Türkistan, Çin'in Kuzey-Batısı'nda bulunan ve yaklaşık 20 milyon Müslüman'ın yasadığı tahmin edilen bölgenin adıdır. Bölgede son yıllarda Çin'in uyguladığı Çinlileştirme politikaları sonucu bölgeye birçok Çinli yerleştirilmiş ve Çin demografik olarak bölgenin bağımsızlık ihtimalini düşürmek için özellikle bölgeye gidecek Çinlilere karsı bir 'pozitif ayrımcılık' politikası izlemektedir. Doğu Türkistan bölgesi, siyasi örgütlenmenin yasak olduğu, özgürlüklerin sınırlandığı ve en önemlisi ekonomik olarak yaşam şartlarının her geçen gün kötüleştiği bir geleceğe sürüklenmektedir. Doğu Türkistan, eğitim seviyesinin düşüklüğü ve her geçen gün yaşanan 'beyin göçü' sayesinde geleceği belirsiz ve hatta asimilasyon süreciyle karşı karşıyadır. Ana hatlarıyla bu şekilde özetlenebilecek Doğu Türkistan meselesini güncel siyasi kontekste oturmak hem bölgeyi daha iyi anlamak hem de geleceği üzerine düşünmek için en temel yol olarak görülmektedir. Her meselede olduğu gibi Doğu Türkistan konusu küresel, bölgesel ve Çin'in iç işleri acısından ele alınması gerekmektedir.

KÜRESEL BAKIŞ SORUNLU

Küresel anlamda Doğu Türkistan meselesine herhangi bir ilgi yok. Fakat sorunun geleceği acısından daha da vahim olanı bölgede bir sorun yokmuş gibi davranılmasıdır. Akademik ilgisizliğin yanında siyasi ve ekonomik ilgisizliğinde her gecen gün derinleşmesi Doğu Türkistan'ın geleceğini bir nevi Çin'in eline bırakmaktan başka bir şey değildir. Küresel anlamda ilgisizliğin kuşkusuz en temel sebebi herhangi bir uluslararası kurum, kuruluş ya da devletin Çin'i karsısına almak istememesidir. Özellikle küresel olarak ekonomik anlamda etkisini her geçen gün arttıran Çin, birçok devlet tarafından potansiyel yatırımcı ve projelere destekçi olarak görülmektedir. Konunun bir diğer boyutu ise meseleye son yıllarda artan söylem olan 'terörizm' üzerinden yaklaşılmasıdır. Amerika ve Avrupa'nın bile konuyu bir insan hakları meselesi olarak değil fakat küçük bir iç terörizm meselesi olarak görmesi 11 Eylül sonrasi (t)üretilen söylemin Doğu Türkistan üzerindeki tipik bir yansımasıdır. Küresel anlamda Doğu Türkistan meselesiyle ilgilenmek, hangi açıdan bakılırsa bakılsın, doğrudan Çin'le ilgilenmek ve hatta onu karsısına almaktır. Hem İslam dünyasındaki hem de Batıdaki karar alma merkezlerindeki ilgisizliğin temel sebebi Çin'in önlenemeyen yükselişi mitine karsı beslenen 'korku' ve biraz da bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

ÇİN'İN DOĞU TÜRKİSTAN ALGISI

Bölgesel acıdan konuya yaklaşıldığında olayın iki temel boyutu vardır: Adlandırma ve Çin zihniyeti. Bölgenin 'Doğu Türkistan' olarak adlandırılması ister istemez 'Batı Türkistan' neresi sorusunu gündeme getirecek ve 'Batı Türkistan'ın bağımsız olduğu günümüzde 'Doğu Türkistan'ın da bağımsız olmasının normal ve doğal görüldüğü bir bakış güçlenmektedir. Bu zihni/psikolojik altyapıyla büyüyen nesillerin bağımsızlık taleplerini her geçen gün daha güçlü dillendirmeleri, 'bağımsızlık' harici çözüm yollarını tıkamaktadır. Aynı şekilde Çin zihniyetinin olaya yaklaşımı da bölgede Çin egemenliği haricinde bir çözüm yolunu en başından tıkamaktadır. Çin zihniyeti ve isimlendirmesinde bölgenin adi Xin Jiang yani 'yeni sınır bölgesi/alanı'dır. Özellikle yeni vurgusu, korunması, muhafaza edilmesi ve hatta özel ilgi gösterilmesi gereken bir yer anlamında kullanılmakta ve Çin zihniyeti için burası son derece önemli görülmektedir. Dolayısıyla bu şekilde bir zinhi yaklaşımın bölgede yükselen bağımsızlık taleplerine karşı sert ve son derece acımasız davranması beklenilen bir durumdur.

Doğu Türkistan meselesinin Çin'in iç siyaseti acısından analizi bölgenin geleceği için önemlidir. Çin son yıllarda her yıl yaklaşık yüzde 12 civarında bir büyüme ile dünyanın en hızlı büyüyen ekonomisi konumundadır. Özellikle ekonomik ve siyasi idare sisteminin tartışıldığı günümüzde Çin, temel olarak sahip olduğu üç sorunla yüzleşmeyi mümkün olduğunca ertelemeye çalışmaktadır: Tayvan, Tibet ve Doğu Türkistan sorunları. Çinli yöneticilerin dikkat dağılımı ve manipülasyon olarak kullanılabilecek bu üç soruna karşı yaklaşımları doğal olarak çok sert ve şiddet içerikli olmaktadır.

Çin'in günümüzdeki uluslararası sisteme entegrasyonu devam ederse, Çin'in iç siyasi yapısında belirli bir dengeye ancak 15-20 yıllık süreçte gelebileceği ve ancak bu süreçten sonra Doğu Turkistanla beraber Tayvan ve Tibet meselesiyle ilgileneceği beklenilmelidir. Bu ilgilenme sorunları bir şekilde kalıcı çözüme kavuşturmak şeklinde olacaktır, ki bu bölgelerin tam entegrasyonundan bağımsızlığına kadar her opsiyonu içerisine barındırmaktadır. Bu açıdan bakılınca Doğu Türkistan meselesinde yakın gelecekte bir çözüm beklemek hayal gibi gözükmektedir. Fakat uluslararası toplum ve özellikle de İslam dünyasına bu tarihi süreçte son derece önemli bir rol düşmektedir. Sosyal ve bireysel özgüvenin azaldığı, eğitimsizliğin ve fakirliğin kendisini her geçen gün öne çıkardığı Doğu Türkistan bölgesi için bugün yapılabilecek en mantıklı/kalıcı çözüm sadece Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı sloganı arkasına sığınmak değil, orta vadede sorunun nihai çözümüne katkı yapacak temel göstergeler üzerine çalışmaktır. Sivil Toplum örgütleri ve firmaların bölgede yapacakları projeler hem bölgedeki 'özgüven' ve 'sosyal bilinci' geliştirecek hem de orta vadede Çin'e karşı gücünü artıracaktır. Özellikle eğitim amaçlı yurtdışına çıkan birçok Uygur'un bir daha geri dönmedikleri göz önünde bulundurulduğunda, sivil toplum örgütlerinin bölgedeki yapacakları projeler daha da önemlidir. Yeni nesil liderlerin yetişmesi ve beyin göçünün engellenmesi bölge için hayati önem taşımaktadır.

* Sevilla Üniversitesi Doktora Öğrencisi

July 8, 2009

Ankara Prioritises African Cooperation

Mehmet OZKAN

This is Africa (Financial Times)
June 2009, p.13

http://www.thisisafricaonline.com/news/fullstory.php/aid/87/Policy_watch:_Turkey_.html

Recent years have seen an increasing interest by Turkey in developing stronger relations with the African continent. Beginning in 1998, this was at first tentative, but has been more aggressively pursued since 2005. Turkey declared 2005 “the year of Africa”, with Prime Minister Recep Tayyip Erdogan visiting several African countries, becoming the first Turkish prime minister to visit a country south of the equator. This process culminated in the first ever Turkey-Africa Cooperation Summit in August 2008, in Istanbul, with the participation of representatives from 50 African countries.

Ankara’s keen interest was underlined by President Abdullah Gul, who stressed the importance of Turkey-Africa relations when he visited Kenya and Tanzania in February 2009. Furthermore, he declared that Turkey will be the spokesman for Africa at the UN during its non-permanent Security Council membership for 2009-2010. Underlying Turkey’s approach to Africa is a multidimensional foreign policy through which Turkey aims to develop both economic and political relations with various regions and continents across the globe. This policy was partly initiated in 1998, but it owes its sophistication and coherent implementation to the ruling Justice and Development Party, in power since 2002, and the foreign policy brain of Ahmet Davutoglu, the recently appointed Foreign Minister.

Africa is considered to be an important part of Turkey’s economic and political diversification. Turkey has decided to open 15 new embassies in Africa, in addition to the 12 it already has on the continent, more than doubling the density of its diplomatic representation in Africa. Ankara is also interested in developing relations at the institutional level in order to make this relationship deep-rooted and long lasting. Turkey obtained observer status in the African Union in 2005, which declared it a strategic partner in January 2008. In May 2008 Turkey joined the African Development Bank and has strengthened its relations with the Intergovernmental Authority on Development in East Africa and the Economic Community of West African States.

The Turkish International Cooperation and Development Agency has opened offices in Addis Ababa, Khartoum and Dakar, supporting development projects in their respective regions. Trade volumes with its African partners have more than doubled from $5.4bn in 2003 to over $12bn in 2007. Yet with a total trade volume of almost $300bn, current trade levels with African countries are not that significant. The target is to reach a trade volume of $30bn with Africa by the end of 2010.

African reactions to Turkey’s initiative have so far been a mixture of mild expectation and confusion. Following China and India, the question of why Turkey has shown what some consider an unexpected interest in the continent still does not have a clear answer for its African partners. Nevertheless, the fact that Turkey does not have a colonial background on the continent and an emphasis on equal partnership is welcomed and has created optimism about the future. Turkey’s Africa openings are expected to deepen over the coming years. They key challenge, however, lies in the mutual lack of knowledge and familiarity between the two parties, coupled with general uncertainty regarding how best to further relations.

Mehmet Ozkan is a Phd candidate at Sevilla University, Spain