For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

November 1, 2008

AMERİKAN SEÇİMLERİ NE KADAR AMERİKAN?

(HOW AMERICAN IS AMERICAN ELECTIONS?)
Mehmet OZKAN

IGMG Perspektif, Ekim 2008

Amerika'da Kasım ayında yapılacak olan devlet başkanlığı seçimleri beklide Kennedy’den beri amerikan seçimlerinin dünya çapında ve yakından takıp edilmesinin ilk örneği. Aslında küresel anlamda lider konumda bulunan amerikanın seçimlerinin dunyaca yakından takibinden daha net hiçbir şey amerikanın çarpıcı liderlik rolünü vurgulayamazdı. Küresel anlamda lider olmanın bir diğer öğesi olarak da Amerika ve Amerikan seçimleri, dünyadaki gelişmelerden doğrudan etkilenmektedir. Yani amerikan seçimlerinde her ne kadar sadece Amerikalılar oy kullanacak olsa da, binlerce kilometre uzakta meydana gelen her hangi bir olay da amerikan seçmenlerinin tercihlerini belirleme de önemli rol oynayabilmektedir. Bu yazıda genel anlamda amerikan seçimlerinin küresel boyutu olarak, Amerika dışında yaşanan gelişmelerin amerikan seçimlerine etkisi üzerinde durulacaktır.

Bir kaç yıl öncesine kadar her ne kadar amerikan devlet başkanı bir adayın Almanya’nın başkenti Berlin’de 200 binden fazla kişiye hitap edeceğini pek mümkün görmezken, aynı şekilde Rusya ve Gürcistan arasında yaşanan üç-dört günlük bir savasında Amerikalı seçmenlerin tercihinde belirleyici olacağına da olasılık verilmiyordu. Peki, ne oldu da beklenilmeyen/öngörülmeyen şeyler bir bir gerçekleşiyor?

Küreselleşmenin ticari anlamda hayatımızda yer etmesi 1990’lara ait bir fenomen idiyse, siyasi anlamda küreselleşme, yani insanların küresel olaylara ilgisinin artması, 11 Eylül saldırılarıyla hızlanmış ve Bush yönetiminin politikaları sonucu ise varlığını iyice hissettirmiştir. Irak savasına yönelik tepkiler, küresel alanda varlığını hissettiren G–8 karşıtı protestolar ve nihayetinde oluşmaya başlayan küresel sosyal hareketler aslında siyasal anlamda tüm insanlığın küreselleştiğinin temel göstergeleri olarak okunabilir. Bu durum dönüşümsel etkileri dolayısıyla varlığını uzun vadede fazlasıyla hissettirecek tarihi bir gelişmedir.

Kasım ayındaki amerikan seçimleri iste tam bu tarihi dönüşüm noktasında gerçekleşiyor. Artik küresel bir gücün o kürede yasayan insanları dikkate almadan onlara istediğini yaptırabilmesinin zorlukları her geçen gün kendini gösteriyor. Karşılıklı bağımlılık ilişkisinin bağlayıcılığı ve sınırlayıcılığı önümüzdeki yıllarda hem Amerika'nın hem de insanlığın opsiyonlarını belirleyecek. Bu acıdan amerikan seçimleri Amerika için dünya gücü unvanını koruyabilmesi acısında son derece önemli olsa da, aslında bu seçimin önemi Amerika'nın iç siyaseti ve ona etki eden dış gelişmeler acısından daha kalıcı.

Bugün Amerikan seçimlerine dış etkinin boyutları öyle bir noktaya geldi ki kısacık bir zaman diliminde kimin baksan olacağı sorusuna verilecek cevaplar değişebiliyor. Gürcistan-Rusya savasının hemen ertesinde güvenlik merkezli yaklaşımların tartışıldığı bir ortamda Cumhuriyetçi aday John McCain’in seçilme şansı yükselmişken, küresel ekonomik krizin derinleştiği ekim ayında halk faturayı Cumhuriyetçilere kesmiş durumda. “Ümit” vaadiyle yola çıkan Demokrat aday Barack Obama’nın en büyük şansı tam da seçim öncesi krizin derin bir şekilde hissedilmesi.

Tıpkı Amerikan dış politikaları gibi amerikan seçimleri de güvenlik ve özgürlük dağıtma üzerine kuruludur. Yerine göre güvenlik merkezli söylemlerin, yerine göre ise özgürlük merkezli söylemlerin arttığı Amerika’nın soğuk savaş’tan beri ve özellikle de 11 Eylül sonrası yaşanan en büyük gerilim birinin diğerine aşırı baskın çıkmasıdır. Güvenlik merkezli yaklaşımlar tek basına çözüm olmaktan cıkmış bugün amerikan dış siyasetinin en temel açmazı olmuştur.

Kasım seçimlerinde Amerika’da her kim başkan seçilirse seçilsin çözüme kavuşturulması gereken en temel mesele güvenlik-özgürlük dengesi olacaktır. Dış politikada hangisinin ağırlık kazanacağı meselesi basit bir dış politika seçiminden ibaret değil, Amerika'nın küresel dünyadaki etkisini ve aynı şekilde dış dünyanın Amerikanın iç siyaseti üzerindeki etkisinin de en temel belirleyicisi olabilir.

Adayların seçim kampanyalarında yaptıkları konuşmalardan muhtemel dış politika yönelimlerine yönelik bazı çıkarımlarda bulunmak mümkündür. Temel olarak McCain, Bush rejiminin biraz daha yumuşak formatta devamından yana iken, Obama sanki su anki var olan realiteleri yok sayarcasına iyimser ve ümitli bir dış politika vizyonu sunmaktadır. McCain’in Bush siyasetinin nasıl yumuşak bir versiyonunu oluşturacağı konusunda kafamızda soru işaretleri varsa, aynı şekilde Obama’nın yer yer aşırı optimist politikalarının nasıl uygulanacağı konusunda da düşünmek gerekir.

Seçim sonrası atmosferle ilgili olarak, özellikle de ekonomik krizin etkilerinden dolayı Amerika'nın bir sure içe kapanıp kendi güç temerküzünü yapacağını söylemek mümkündür. Özellikle her dış siyasetin bir mali çıktısı olduğu dikkate alındığında bu durum daha da önemlidir. Ayrıca Amerika üzerine çalışanların vurguladığı en temel nokta ekonominin amerikanın “yumuşak karnı” olduğu ve ekonominin kötüye gittiği bir ortamda amerikan halkını dış ilişkiler konusunda ikna etmenin zorluğudur. Zaten geleneksel olarak pek dış politikayı sevmeyen ve de ilgilenmeyen amerikan toplumu 11 Eylül sonrası tüm dünyaya paralel olarak siyasal anlamda bir küreselleşme sürecine girmiş olsa da, bunun ne kadar kalıcı olacağını ancak zaman gösterecektir.

Adaylardan Obama ya da McCain’den hangisi baksan seçilirse seçilsin Amerikanın Irak politikasında ilk yıllarında çekilme gibi radikal bir değişiklik beklememek ama bir dış politikayı yeniden yapılandırma surecine şahit olmak mümkün olacaktır. Afganistan hattında radikal bir stratejik değişiklikten ziyade, taktiksel bir değişiklik beklenebilir. Iran konusunda Obama daha liberal gibi görünse de Amerikanın Ortadoğu'da Yahudi ve Sünni Arap dostlarını nasıl ikna edeceği onu bekleyen en büyük sorundur. Rusya ve Çin konuları ise doğrudan Avrupa Birliği ile birlikte yeniden bir küresel strateji belirleyip belirleyemeyeceği ile doğrudan alakalı olup, Afrika’nın, eğer Çin ile rekabet süreci artmazsa yine Amerikan gündeminin alt sıralarında kalacağı tahmin edilebilir.

Secim sonrası Amerika’nın İslam dünyası ile ilişkileri kimin baksan seçildiğinden daha çok aslında kimlerin İslam dünyası konusunda baksana danışmanlık yapacağıyla ilgili olup, stratejik vizyonunu güvenlik merkezli tanımlayan danışmanların etkinliğinin artması Amerikanın İslam dünyası ile ilişkilerinde çok büyük bir değişiklik yapmayabilir.

Amerikan seçimleri sonrasında oluşacak Amerikan dış politikasını belirleyici olacak en önemli nokta psikolojik ortam olacaktır. McCain’in seçilmesi durumunda secim öncesi var olan psikolojik atmosferin çok değişmemiş olacağını öngörmek gerçekçi değilken, Obama’nın baksan seçilmesi durumunda bir sihir gibi atmosferin değişmesini öngörmek de hayali olabilir. Şimdilik beklemek ve seçim sonrasındaki oluşan yönetici ekiplere bakarak gelecek değerlendirmesi yapmak daha mantıklı görünüyor.

10 Ekim 2008
İstanbul

No comments: