For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

January 20, 2008

FILISTIN SORUNUNUNA YAKLASMAK (II)

Ortadoğunun en temel sorunu olan Filistin sorunu hergeçen gün gündemi işgal etmeye devam ediyor. Kasım ayı sonunda yapılan Annapolis toplantısı ve sonrasında açıklanan niyet bildirgesinde de belirtildiği gibi 2009 yılında soruna kalıcı bir çözüm bulma cabaları arttırılacak. Her ne kadar yapılması planlanan görüşmelerden kalıcı bir çözümü ne İsrail tarafı ne de Filistin tarafı beklese de, Filistin sorunu 2008 yılının önemli gündem maddelerinden birisi olmaya devam edecek. Bu yazıda genel olarak Filistin sorununa nasıl bakmalı sorusu cevaplandırılmaya çalışılacaktır. Özellikle Filistinliler açısından Filistin sorununa olayın tarihi bağlarını da dikkate alarak yaklaşmak, günümüz stratejileri anlamak için önemli olabilir.

Genel bir tarihi değerlendirme yapılması gerekirse Filistin sorununu dört safhaya ayırmak mümkündür. Bir tür dönemlendirme sayılabilecek olan bu safhaların her biri kendine has özelliklere, dönüşümlere ve açılımlara sahiptir. Bu değişim ve dönüşümleri anlamak Filistin sorununu tarihi bir çerçeveye oturtmak için önemlidir.

Filistin sorunu hiç yoktan ortaya çıkmış bir sorun değildir. Bölgenin İngiliz sömürgeciliği altına girmesi sonucu başlayan bir dizi olaylar silsilesi bugünkü sorunun temellerini atmıştır. Birinci safha olarak İngilizlerin Filistin bölgesinde bir yahudi devleti kurulmasına destek niteliğinde 1916´da yayınladıkları Balfour deklerasyonundan başlayarak İsrailin bir devlet olarak bağımsızlığını ilan ettiği 1948 yılına kadarki dönemi almak gerekir. Bu dönem daha cok islam dünyasında sömürgeciliğe karşı mücadelenin yoğun yaşandığı dönemdir. Hem siyasal hem de entellektüel anlamda yaşanan bu mücadelede Filistin konusu önemli bir yer işgal etmiştir. Aynı dönemde kurulan bir cok islami hareket Filistin sorununa özel önem atfetmiş ve kendi ülkelerinde Filistin konusunu en temel mesele olarak aktarmıştır. Bu hem halk hem de elit düzeyinde genelde kabul görmüştür, fakat ne varki söylemsel ve manevi destek dışında Filistine ciddi bir yardım sağlanamamıştır. Bunda en temel olarak ilgili devlet ve toplulukların halen kendi bağımsızlıklarını kazanmamış olmamaları ve de imkanlarının sınırlı olmasının ciddi payı vardır.

İkinci dönem olarak adlandıracağımız 1948 yılından 1967 savaşına kadarki dönem aslında Filistin sorunu için altın dönemi temsil eder. Mısır liderliğindeki Arab milliyetçiliği Filistin sorunuyla özel olarak ilgilenmiş ve destek olmuştur. Aynı zamanda bağımsızlıklarını kazanan diğer Arap ve müslüman devletler de desteklerini esirgememişlerdir. Ortadoğuda bütün olayaların Filistin sorunu merkezli düşünüldüğü bu dönem ne yazık ki yanlış hesap ve duygusal hareketlerin kurbanı olmuştur. 1967 yılında Arap ordularının İsraile karşı sadece altı gün dayanabilmesi yıllardır oluşturulan hem özgüveni yıkmış hem de Arap dünyasını bir daha toparlanmamak üzere bölmüştür. 1967 savaşı Arap dünyasında öyle etkili olmuştur ki, hem söylemsel hem de ciddi siyasal değişimlere öncülük etmiştir. Özellikle Arap dünyasının kalbi olan Mısır örneğinde bu değişimin yaşanması bu savaşın ne kadar derin bir iz bıraktığının en önemli delilidir.

Üçüncü safha genel olarak bir toparlanma ve yeniden sürece intikal etme çabasıdır. 1967 savaşından başlayarak 1987’de başlayan birinci intifadaya kadar devam eden bu dönemde genel olarak hem Filistin hem de Arap devletleri bir yeni siyaset arayışı içine girmiştir. Filistinde Hamas bir alternatif hareket olarak ortaya çıkmış, Mısır İsrail ile barış anlaşması imzalamıştır. İran devrimi sonrası bölgeye yönelik tüm dikkatler körfeze yönelmiştir. Ayrıca sekiz yıl süren İran-İrak savaşı da, Filistin sorununa olan ilgiyi hergeçen gün azalttığı gibi, artık Filistinliler kendi başlarına bırakılmıştır. Bundan dolayıdır ki 1987´de başlayan intifada bir nevi Filistinlilerin dünyanın unuttuğu ciddi bir soruna bir tepki mahiyetindedir. Ancak intifadanın yoğunlaşmasından sonradır ki dünya tekrardan Filistin sorunuyla ilgilenmeye başlamıştır.

Dördüncü safha olarak nitelendirdiğimiz bu safhada, uluslararası ve bölgesel aktörlerin gerçekten barış yapmak isteyip-istemediği ciddi bir şekilde tartışmaya açıktır. Aynı şey İsrail için de sözkonusudur. Daha önceleri İsrail ile görüşmeye bile karşı çıkan Filistinli liderlerin bu dönemde barışa en istekli taraf olmaları, hergeçen günün aslında kendilerine zarar verdiğini anlamaları sonucudur. Artık 1990 sonrası dönemde, Arap devletleri Filistini eskisi kadar desteklememektedirler. Aksine yer yer İsrail ile flört etme ve mümkünse barış anlaşması imzalama teşebbüsü içine girmişlerdir. Dolayısıyla Filistin tarafının kabul edilebilir bir barışı destekleyen tavrı bir nevi denize düşenin yılana sarılması hikayesine benzemektedir. Arka planda barış isteyen taraf Filistin olmasına rağmen, Filistin idaresinin özellikle barış istemeyen taraf olarak gösterilmeye çalışılması tamamıyla İsrail stratejisinin bir ürünü olup, haklı konumdaki Filistini haksız duruma düşürmüş ve zayıflatmıştır. Aynı şekilde Filistin liderlerinin temsil meşruiyeti sınırlı olan Kudüs konusunda taviz vermeye zorlanması da Filistini zor durumda bırakmak için özellikle uygulanan başka bir stratejidir.

Genel olarak bakıldığında bu dört safhanın her birinde ciddi bir söylemsel dönüşüm olmuştur. Birinci safhada Filistin sorunu bir islami sorun olarak görülmüştür. 1948 sonrası dönem aynı zamanda Nasser liderliğinde Arap milliyetçiliginin yükselişi olduğu için Filistin sorunu Arap milliyetçiliği açısından değerlendirilmiş ve bir Arap sorunu olarak görülmüştür. Üçüncü safha daha çok ulusal çıkarların devreye girdiği ve herkesin bir nevi kendi başının çaresine baktığı bir dönemdir. Yaser Arafat liderliğindeki FKÖ`nün hem Arap dünyasında hem de 1974´te Birleşmiş Milletler nezdinde Filistinlilerin tek temsilcisi olarak kabul edilmesi Filistinliler için hem bir avantaj hem de bir dezavantaj oluşturmuştur. FKÖ ile birlikte Filistinliler kendilerine ait bir mücadele örgütüne ve temsilciye sahip olmuş olup bu bir avantaj olarak görülebilir, fakat FKÖ´nün ortaya çıkışı bir çok Arap devleti tarafından asıl destek verilmesi gereken bir örgüt olarak görülmemiş, aksine FKÖ Filistin için mücadele ediyor artık biz kendi işimize bakalım türü bir anlayışa yol açmıştır. Bu durum özellikle Arap devletlerinin ulusal çıkar merkezli Filistin sorununa yaklaşımları dolaylı olarak mesrulaştırmıştır. Birinci intifada sonrasından günümüze kadar olan dönem daha çok görünüşte barış taraftarı ama asla barışı istemeyen bir tür iki yüzlü bir yapı arz eder. Artık taraflar için barış farklı anlamlar taşımaktadır. Arap devletlerinin Filistin için destekleri sözden öteye geçmemektedir. Buna bir de Filistin içinde yaşanan liderlik çatışması ve Hamas-FKÖ çekişmesi eklenince Filistin sorunu sadece kendi haline bırakılmamış, ayrıca kendi kendisini bitiren bir hal almıştır.

Filistin sorunu bugün için bir çok açıdan beşinci bir safhanın eşiğindedir. Bu safha Filistin bölgesinin tamamıyla israil kontrolü altına girmesinden, bir iç savaşa, ya da bölgesel bir savaşın fitilini yakacak küçük bir kıvılcıma kadar bir çok yöne gidebilir. Filistinliler açısından Hamas ve FKÖ´nün ötesinde yeni bir ulusal stratejinin geliştirimesi her açıdan artık bir ihtiyaçtan öte zaruret haline gelmiştir. Özellikle Irak savaşı sonrası bölgesel dengelerin ciddi şekilde değiştiği şu günlerde Filistinin küçük hesaplara kurban gitmesi en az bir kaç onyılın daha heba olmasına yol açabilir.


10 Aralik 2007
Linkoping-İsveç

No comments: