For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

December 24, 2010

TÜRKİYE’NİN LATİN AMERİKA AÇILIMI VE BREZİLYA: BÖLGESEL GÜÇTEN KÜRESEL OYUNCULUĞA KADER BİRLİĞİ Mİ?

Mehmet ÖZKAN
(Doktora Öğrencisi, Sevilla Üniversitesi, İspanya)

Türk dış politikasının çok boyutluluk özelliği artık her geçen gün daha genişleyen ve derinleşen ilişkiler ağıyla kendini göstermektedir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki kalabalık bir heyetin Mayıs sonundaki altı günlük Latin Amerika gezisi sadece Türk dış politikası için bir açılımı değil, benzer siyasi kökleri ve kaderiyle aslında farkına varmadığımız bir ortaklığın başlangıcını da simgelemektedir. Türkiye-Latin Amerika ilişkilerini ve geleceğini anlamak ve bunu sağlıklı bir çerçeveye oturtmak için Latin Amerika’ya nasıl bakılması gerektiği sorusu Türkiye için acil cevap bekleyen bir sorudur.

Latin Amerika dünya siyasetinde önemli bir yer işgal etmesine rağmen aslında diğer küçük kıtalarla karşılaştırılınca hak ettiğinden daha az üzerinde durulan, konuşulan ve yazılan bir kıtadır. Soğuk savaş döneminden kalan ve hâlâ kıtaya bakış açımızı büyük ölçüde şekillendiren yaklaşım, Latin Amerika deyince sol hareketler ve anti-Amerikanizm aklımıza gelmesidir. Aslında bu bakış açısı, temelde doğru olsa bile, kıtaya daha geniş perspektiften ve karşılaştırmalı bir bakış açısı getirmek, 21. yy.daki eğilimlerini tespit etmek ve Latin Amerika’yı soğuk savaş sonrası dünya sistemi içine yerleştirmek bir zorunluluktur. Bu yazıda sosyal ve siyasî dinamiklerden yola çıkarak Latin Amerika’ya nasıl bakılması gerektiği sorusuna, Amerika, İslam Dünyası ve kıtanın geleceği gibi noktalardan yaklaşarak cevap arayacağız.

Latin Amerika’ya Nasıl Yaklaşılmalı?

Geleneksel olarak Latin Amerika kıtası, Amerika’nın arka bahçesi gibi görülmekle birlikte Amerikan karşıtı hareketlerin en yaygın olduğu kıtadır da. Muhtemel siyasî etkileri, diğer bölgelerdeki Amerikan karşıtlığından daha fazla olabileceği için Amerika, Latin Amerika’ya yönelik olarak soğuk savaş döneminden beri gerektiğinde askerî müdahale ve darbelere destek vermek dâhil, kıtanın kontrolünden çıkmaması için her türlü siyasî yolu izlemiştir. Eski Sovyetler Birliği, özellikle sol eğilimli örgütler ve Küba gibi devletler örneğinde olduğu gibi, kendisine ciddî bir kazanım elde ettiyse de, bu durum hiçbir zaman Amerika'nın kıtadaki hayatî çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmamış olup, etkisi sınırlı kalmıştır.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte Latin Amerika kıtası fikrî ve siyasî yapı anlamında ciddî değişikliklere uğramıştır. Bu değişiklik, kendisini üç temel formda göstermiş olup şu an kıtanın geleceği anlamında bu üç siyaset tarzı derin bir yarış içindedir.

Bu eğilimler, temel olarak Amerikan eğilimli (Kolombiya ve Şili gibi), Amerikan karşıtı ve sol meyilli (Venezuela, Ekvator ve Bolivya gibi) ve son olarak da aslında kökleri sol eğilime dayanan fakat kendilerini ortanın solu olarak ifade eden ve kendi çıkarları ile neo-liberal politikalar arasında bir denge arayışında olan siyasî eğilimdir. Bu son eğilim daha çok kendisini Luiz Inácio Lula da Silva’nın devlet başkanı olmasından bu yana Brezilya üzerinden göstermiş ve şu an itibariyle hem siyasî demokratikleşme, hem de ekonomik refah anlamında kıtada örnek olarak gösterilmektedir. 21. yy’da Latin Amerika’nın geleceği, bu üç siyasî projenin hangisinin daha başarılı olup kıtada yayılacağı ile ilgili bir ‘fikirsel’ mücadelenin sonucuna göre belirlenecektir. Latin Amerika aynı Orta Doğu gibi, etkilerinin son derece fazla olduğu ve herhangi bir pozitif ya da negatif gelişmenin hemen yayıldığı bir kıtadır. Ortak dil olarak İspanyolcanın kullanılmasının yanı sıra, Brezilya haricindeki diğer bütün devletlerin aynı devlet tarafından sömürgeleştirilmesi (İspanya), sömürgeciliğin kıtada bıraktığı siyasî kültür ve kurumlarda ciddî benzerlikler oluşmasına yol açmıştır. İşte bu yüzden, her ne kadar her ülke farklı sorunlara sahip olsa da, Latin Amerika’da bir ülkenin geleceğinden çok, tüm kıtanın geleceği üzerine konuşmak hem kıtayı daha iyi anlamayı sağlayacak hem de daha anlamlı olacaktır.

Latin Amerika’ya Türkiye, Ortadoğu ve İslam dünyası açısından bakıldığında her şeyden önce vurgulanması gereken nokta kıta ile “sosyal” bağların bilindiği ve düşünüldüğünden çok daha fazla olduğudur. Osmanlı Devletinin son döneminde oraya göç eden Osmanlı tebaasının kıtadaki etkisi ve etkinliği o kadar önemlidir ki bugün Latin Amerika’da “turco” denilen yeni bir toplumsal katman oluşmuştur. Bunlar kıtada sadece İslam’ı tanıtmakla kalmamış, aynı zamanda “Türk stili” denilen ve ticarette hayli başarılı ve toplumda saygınlığı olan yeni bir nesil oluşturmuşlardır. Kısmen bunların etkisiyle Latin Amerika’da Müslüman nüfusun az olduğu bölgeler ve kıtalara kıyasla İslam karşıtı duygu ve düşünce son derece azdır. Sosyal anlamda var olan bu yakınlığa rağmen siyasî ve ekonomik ilişkiler son derece zayıf olup ancak son dönemde gelişmeler kaydetmeye başlamıştır. Bunda, kıtayla olan siyasî ve ekonomik ilişkilerin tarihten gelen zayıflığının yanında, kıtaya yönelik olarak bir bakış açımızın olmamasından kaynaklanmaktadır.

Latin Amerika ve Ortadoğu: Ortak kader, Ortak gelecek?

Yukarıda belirtilen sosyal etkenlerin yani sıra Latin Amerika, Ortadoğu ve İslam dünyası ile uluslararası siyasetteki yeri itibariyle aslında benzer bir kaderi paylaşmaktadır. Her iki taraftaki sömürgecilik sonrası bağımsızlık hareketleri, fikirsel olarak 19. yy ile 20. yy’ın başlarında olgunlaşmış, siyasî olarak ise kendisini ve etkinliğini İkinci Dünya Savası sonrasında göstermiştir. Soğuk Savaş döneminde her iki bölgede de bir Amerikan/Batı karşıtlığı en üst düzeydedir. Fakat ideolojik duruşları iki farklı ideoloji olarak kendisini göstermiştir. Latin Amerika’da sol hareketler, İslam dünyasında ise İslamî hareketler, Batı karşıtı alternatif siyasî duruşların temsilcisi ve sözcüsü olmuştur. Soğuk Savasın bitmesi sonucunda ise 1990’lardan bugüne gelinceye kadar Latin Amerika’da birçok sol parti/grup iktidara gelmiş olup bunlardan Venezuela gibi ilk iktidara gelenler anti-Amerikancı bir söylem ve 1980’lerin anlayışı üzerine kurdukları sert ve radikal bir siyasî tavır takınmaktadırlar. Aynı şekilde İslam dünyasında iktidara gelen ilk İslamî siyasî partiler duruş itibariyle “radikal” olarak değerlendirilmiş ve uluslararası sistemden dışlanmıştır.

2000 yılı sonrasında hem Latin Amerika’da hem de İslam dünyasında yeni bir siyasî rüzgâr esmektedir. Latin Amerika’da yukarıda bahsedildiği gibi Brezilya Devlet Başkanı Lula’nın önderlik ettiği ve kendi iç dinamiklerinden ayrılmadan fakat aynı zamanda Batı’yla da sürekli çatışma içinde olmayan pragmatik yeni bir siyasî alternatif proje yürürlükte olup, başarılı bir grafik çizmektedir. “Ortanın solu” denilebilecek bu siyasî duruş, bugün itibariyle Latin Amerika’da en başarılı ekonomik ve siyasî proje olup diğer birçok devlet tarafından çeşitli vesilelerle taklit edilmekte ve örnek alınmaktadır. Aynı şeyleri, “ortanın sağı” kavramı üzerinden Türkiye’nin AK Parti ile birlikte İslam dünyası adına oluşturduğu siyasî duruş ve söylem üzerinde de görmek mümkündür. Dolayısıyla Türkiye ve Brezilya’nın kendi bölgelerindeki kaderleri birbirine benzemektedir. Yukarıda özetlenen benzer tarihi tecrübelerden yararlanma adına Latin Amerika, İslam dünyasından, İslam dünyası ise Latin Amerika’dan faydalanmalı ve karşılıklı bilgi artışı ile ortak tecrübeler üzerinde Batı dışı alternatif bir dünya perspektifi geliştirmenin “tarihsel tecrübe” zemininde önemli işbirliği yapılabilmelidir.

Los Turcos ve İslam: İşbirliğinin Sosyal Temelleri

21. yüzyılı dünya tarihinde daha önce hiç görülmediği kadar sadece birbirinden son derece uzak olan kıtaların birbirleriyle iletişim ve etkileşimi artırdıkları bir küreselleşme süreci değil; aynı zamanda Batı dışı toplumların ortak tecrübelerden hareketle oluşturmak istedikleri alternatif dünya düzeni fikrinin farklı tecrübelerden yola çıkarak aynı potada harmanlandığı bir süreç olarak görmek gerekmektedir. Bu süreç, karsılaştırmalı analizlerin ve işbirliklerinin yapıldığı dönemde Latin Amerika ile ilişkilerin sosyal ve siyasî anlamda geliştirilmesi hem yeni ufuklar açacak hem de kendimize bir kez daha dışarıdan bakmamızı sağlayacaktır.

Latin Amerika Türkiye'de bilinmemesine rağmen aslında Türk pasaportunun en geçerli olduğu yerin Latin Amerika olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Latin Amerika’da sadece dört ülke Türkiye'ye vize uygulamakta ve diğer bütün ülkelere Türk vatandaşları 3 aya kadar vizesiz bir şekilde seyahat edebilmektedir. Türk vatandaşlarına vize uygulamaya devam eden ülkeler Panama, Meksika, Peru ve Küba’dır. Son dönemde gelişen diplomatik ilişkilerin daha da yoğunlaşması halinde bu ülkelerin de vize uygulamalarını kaldırması uzun zaman almayacaktır. Eğer bu durum gerçekleşirse, Türkiye’nin tam seyahat özgürlüğüne kavuştuğu kıta yıllardır girmek için çabaladığımız Avrupa değil çok uzaklardaki Latin Amerika olabilir.
Coğrafi olarak Latin Amerika diye tanımlanan bölge 34 ülkeden oluşmakta olup yaklaşık 570 milyon nüfusa sahiptir. Bu tanımlamada tüm Amerika kıtasındaki ülkeler dâhil edilmekte ve sadece Kanada ve Amerika Birleşik Devletleri hariç tutulmaktadır. Çok az tebliğ çalışması olmasına rağmen Latin Amerika bugün İslam’ın en çok ve en hızlı yayıldığı kıtadır. Bunun en önemli nedeni, özellikle gençler arasında hızla yaygınlaşan Katoliklik inancının zayıflaması ve gençlerin manevi doyum arayışlarıdır. Bunun en temel göstergesi olarak İslama geçen bayan ve erkeklerin yaş aralığının 17–27 arasında yoğunlaşmasıdır. Tüm nüfus dikkate alındığında kıtadaki Müslümanların sayı ve oranı doğal olarak son derece düşüktür. Örneğin, kıtanın 170 milyon ile en çok nüfusa sahip ülkesi Brezilya`da bile yaklaşık 1 milyon Müslüman’ın varlığı göz önüne alındığında, yapılabilecek bir genelleme ile Latin Amerika'daki Müslüman sayısının yaklaşık 5 milyon civarında olduğu tahmin edilebilir ki, bu kıta nüfusunun %1-2'sine denk gelmektedir. Buna rağmen verilen istatistiklerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı iki sebepten dolayı tartışmaya acıktır. Bunlardan birincisi, Müslümanlar hakkında güvenilir bir nüfus sayımın yapılmamış olmasıdır. İkinci ve daha önemli bir sebep ise Müslümanların sayısının özellikle İslam’a yeni girenlerin sayısının artmasıyla her geçen gün artmaya devam etmesidir. Latin Amerika'daki Müslümanların genel bir istatistiği yapıldığında bunların %50`sinin özellikle 1850–1860 sonrasında Latin Amerika’ya Osmanlı topraklarından göç eden kişilerin torunlarının olduğu, diğer %50'nin ise sonradan İslam’a girmiş Latinler olduğunu belirtmek gerekir.

Türkiye'de Latin Amerika ile ilgili ne araştırma yapan yeterli uzman ne de sağlıklı bir bilgi kaynağı ne yazı ki yoktur. Fakat asıl ilginç olanı Ortadoğu'da Latin Amerika ile ilgili tek ciddi akademik yayın İsrail merkezlidir. Latin Amerika’da yaşayan “turco”ları düşününce bizim o kıtayla ilişkilerimizin İsrail’den çok daha iyi olduğu gerçeği ortadayken halen içinde bulunduğumuz bilgi eksikliği uzun vadeli sürdürülemez bir stratejidir. Özellikle genç nesle İspanyolcayı öğrenme imkanları sunmak en azından yöneticilerimiz için önemli bir sorumluluktur. Bununla beraber “kültürel anlayış” olarak Türkiye toplumu olarak Latinlerin sıcakkanlılığı ve misafirperverliği bize son derece yakındır. Bu anlayış yakınlığını stratejik, siyasi ve ekonomik yakınlık ve işbirliğine çevirmek diğer kıtalarla karsılaştırınca Latin Amerika’da hem daha az enerji hem de külfet gerektirmektedir. Dolayısıyla Latin Amerika, üniversitelerimiz için olduğu kadar sayıları ve etkinlik alanları hızla artan düşünce kuruluşlarımız için de son derece bakir bir araştırma alanı olarak durmaktadır.

Son yıllarda 11 Eylül saldırıları sonrası uluslararası düzlemde oluşan söylemin etkileri az da olsa Latin Amerika’da kendisini hissettirmiştir. Özellikle İslam karşıtı grup ve medya organları, herhangi bir İslami kurumu ya da kişiyi ‘terörist’ olarak adlandırıp yargısız infaz yapabilmektedir. Bu durumu pekiştiren bir sebep ise özellikle Amerikan üslerinin ve etkinliğinin yoğunlaştırdığı kıtada, Amerika da bu tür gelişme ve oluşumlara engel olmak için son derece dikkatli ve titiz davranmaktadır. Bu eğilim yer yer suçsuz insanlara zarar vermekle de sonuçlanabilmektedir.

Türkiye ve Brezilya: Bölgenin Öncüleri

Yukarıda da belirtildiği gibi Türkiye ve Brezilya çok farklı coğrafyalarda olmalarına rağmen kendi bölgelerinde üstlendikleri siyasi roller açısından bazı temel noktalarda birbirine çok benzemektedir. Türkiye ve Brezilya öncülüğünde imzalanan Tahran Anlaşması ve ardından çıkartılan BM yaptırım kararı sonrası yapılan tartışmaların işaret ettiği en temel nokta, uluslararası sistemde orta ölçekli güçlerin artık dünya düzeninin oluşturulmasında kendi pozisyonlarını yeniden tanımlama süreci içine girdiklerinin en önemli göstergesidir. Bu ülkeler artık hem ABD ve batılı devletlerden daha bağımsız bir dış politika üretebilmekte, hem de kendi aldıkları kararın arkasında duracak kadara ekonomik ve iç siyasal istikrara sahiptirler.

Hem Türkiye'de hem de Brezilya’nın dış politikalarında daha fazla bağımsızlık isteyen ve daha geniş bir rol oynayan adımları hem Washington’un kendi dış politika stratejisini yeniden gözden geçirmeye zorlamakta hem de Soğuk Savaş düzeninde dış politika zihniyetinin tasfiyesini tamamlamaktır. Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise, her iki ülkede de yeni siyasi güçler siyaset yapmaktadır. Eskiden hem Türkiye hem de Brezilya resmen demokratik ama pratikte iktidara nispeten küçük bir elit hükmederdi. Dış politika diplomatlar, seçkin fikir önderleri ve küçük bir askeri ve sivil seçkinler tarafından yapılırdı. Her iki ülkede de artık bu dengeler değişmektedir. Brezilya'nın Lula’sı uzun bir radikal ve kabul edilemez siyasi kişilik iken bugün Brezilyanın yeniden kurulmasına öncülük eden figür haline geldi. Onun iktidara gelişi Brezilya için fakir, az eğitimli ve çevrede kalmışlar için hem bir umut hem de onların siyasi sürece aktif müdahil olmasının önünü açtı. Türkiye'de, AK Parti'nin zaferi de bir nevi bir iç devrim olup 1920'lerden beri ülkeyi yönetmiş olan eski batı eğilimli, kozmopolit ve laik Kemalist kuruluş etkisinin yanında yeni sınıfların karar alma mekanizmalarına katılımını sağlamıştır.
Hem Türkiye hem de Brezilya şimdi daha demokratik olup küreselleşme yanlısı neo-liberal politikaları sayesinde ilke olarak Amerika’ya daha yakındırlar. Fakat hem bu devletler hem de Amerika yeni oluşmakta olan dünya siyasi ve ekonomik düzeninin yapısından tutun da İran gibi diğer birçok uluslararası sorunda farklı çözüm yollarını tercih etmektedirler. Bu durum bazı alanlarda Amerika ile ortak reelpolitik kesişme noktaları oluşturmakla birlikte, ulusal çıkarlar ve medeniyet merkezli eğilimler gösteren öncelikleri dolayısıyla Türkiye ve Brezilya birçok alanda farklı duruş sergilemektedir.

Gelecek ve İşbirliği Alanları

Hem Türkiye hem de Brezilya gerek BM Güvenlik Konseyinde gerekse G-20’de beraber çalışmaktadır. Bu kurumlardaki etkinlikleri onların hem ikili ilişkileri geliştirmek hem de küresel barışa katkıda bulunma arayışlarını yoğunlaştırdı. Brezilya Dünyanın 10. en büyük ekonomisi, iken Türkiye 17. en büyük ekonomidir. İlgili devlet şirketlerinin Karadeniz’de ortak petrol arama anlaşmaları, Türkiye’nin güney Latin Amerika bölgesel entegrasyon örgütü Mercasur ile imzaladığı serbest ticaret anlaşması; Türkiye ile Brezilya arasında yaklaşık 2 milyar dolar olan ticaretin daha da artmasının önünü açacaktır.

Fakat asıl işbirliği uluslararası düzen kurma çalışmalarına yönelik olarak atacakları ortak adımlar olmalıdır. Bu çerçevede mesela 2002 yılından beri özellikle ekonomik alanda Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika arasında faaliyet gösteren işbirliği örgütüne (IBSA Dialogue Forum) Türkiye'nin ilgi göstermesi ve gerekirse üye olması Türkiye'yi hem güney-güney işbirliği ağına sokacak hem de kendisi gibi farklı bölgelerde etki alanları olan çeşitli devletlerle kıtalararası işbirliğinin önünü açacaktır. Bu durum aynı zamanda Türkiye'nin Afrika, Asya ve Latin Amerika açılımlarına ikili ticari ilişkilerin dışında küresel ölçekli bir boyut katacak ve bu durum Türkiye'nin bu bölgelere yönelik ilişkilerini uluslararası kamuoyuna anlatması çok daha kolaylaşacaktır.