For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

October 15, 2009

Güney Afrika’nın Uluslararası Politikadaki Yeri ve Güney Afrika Dış Politikası

(South Africa in Global Politics and South African Foreign Policy)

Mehmet ÖZKAN
Stratejik Öngörü (Journal Of Strategic Foresight), Sayı/Vol:14, 2009, pp.19-36.

Yaklaşık 43 milyon nüfusu ve dünyanın en gelişmiş yirmi ekonomisinden birisine sahip olan Güney Afrika Cumhuriyeti, günümüz Afrika siyasetinde olduğu kadar dünya siyasetinde de adından sıkça söz ettirmektedir. Sadece Afrikaya yönelik dış kaynaklı projelerde değil, aynı zamanda Afrika devletlerinin kendi sorunlarına kendilerinin çözüm bulması gerektiği fikri çerçevesinde Afrikadaki güvenlik, kıtlık, açlık, yoksulluk, AIDS, demokratikleşme ve bölgeselleşme konularında fikir, proje ve çözüm üretmeye çalışan Afrika merkezli yönelimlerin de merkezinde Güney Afrika Cumhuriyeti bulunmaktadır. Tarihi anlamda Afrika kıtası için gerçek bir köprü vazifesi görmüş olan Güney Afrika, günümüzde bu köprü rolünü ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda hala sürdürmekte ve bu yöndeki rolünü her geçen gün arttırmaktadır. Bu makale ülkemizde adı son yıllarda sıkça duyulmaya başlanan fakat hakkında derli toplu bilgi ve yorum eksikliğinin hala hat safhada olduğu Güney Afrika Cumhuriyeti’nin dış politikası üzerine genel bir bakış ve değerlendirme amacı taşımaktadır. İlk bölümde tarihi gelişim açısından Apartheid dönemi dış politikası üzerinde durulacaktır ki bu dönem Güney Afrika’nın sonraki dönemlerdeki dış politika gelişiminde etkili olmuştur. İkinci bölümde genel olarak Güney Afrika dış politikasının temel eğilimleri ve bir dönemlendirmesi yapılacaktır. Üçüncü bölüm daha çok pratik örneklendirmelerle günümüz Güney Afrika dış politikasını mercek altına alacaktır. Bu bölümde Güney Afrika`nın Amerika ve Avrupa Birliği ile ilişkilerinin yanında son yıllarda sıkça konuşulan Güney-Güney diyaloğu çerçevesinde Güney Afrika`nın Hindistan ve Brezilya ile ilişkilerine kısaca değinilecektir. Türkiye`nin Güney Afrika ile ilişkilerini son yıllarda hızla geliştirdiği dikkate alınarak, Türkiye-Güney Afrika ilişkilerinin de tarihsel açıdan genel bir çerçevesi çizilecektir. Sonuç bölümünde ise genel bir değerlendirmeye yer verilecektir. (...)

Makalenin devami icin http://yayin.tasam.org/18-stratejik-ongoru-dergisi-sayi-14.html

Latin Amerika’ya Nasil bakilmali?

Geleneksel olarak Latin Amerika kıtası, Amerika’nın arka bahçesi gibi görülmekle birlikte Amerikan karşıtı hareketlerin en yaygın olduğu kıtadır da.

Mehmet OZKAN
Perspektif, Eylul-Ekim 2009

Latin Amerika dünya siyasetinde önemli bir yer işgal etmesine rağmen aslında diğer küçük kıtalarla karşılaştırılınca hak ettiğinden daha az üzerinde durulan, konuşulan ve yazılan bir kıtadır. Soğuk savaş döneminden kalan ve hâlâ kıtaya bakış açımızı
büyük ölçüde şekillendiren yaklaşım, Latin Amerika deyince sol hareketler ve anti-Amerikanizm aklımıza gelmesidir. Aslında bu bakış açısı, temelde doğru olsa bile,
kıtaya daha geniş perspektiften ve karşılaştırmalı bir bakış açısı getirmek, 21. yy.daki eğilimlerini tespit etmek ve Latin Amerika’yı soğuk savaş sonrası dünya sistemi içine yerleştirmek bir zorunluluktur. Bu yazımızda, sosyal ve siyasî dinamiklerden yola çıkarak Latin Amerika’ya nasıl bakılması gerektiği sorusuna, Amerika, İslam Dünyası ve kıtanın geleceği gibi noktalardan yaklaşarak cevap arayacağız.

Geleneksel olarak Latin Amerika kıtası, Amerika’nın arka bahçesi gibi görülmekle birlikte Amerikan karşıtı hareketlerin en yaygın olduğu kıtadır da. Muhtemel siyasî etkileri, diğer bölgelerdeki Amerikan karşıtlığından daha fazla olabileceği için Amerika, Latin Amerika’ya yönelik olarak soğuk savaş döneminden beri gerektiğinde askerî müdahale ve darbelere destek vermek dahil, kıtanın kontrolünden çıkmaması için her türlü siyasî yolu izlemiştir. Eski Sovyetler Birliği, özellikle sol eğilimli örgütler ve Küba gibi devletler örneğinde olduğu gibi, kendisine ciddî bir kazanım elde ettiyse de, bu durum hiçbir zaman Amerika'nın kıtadaki hayatî çıkarlarını tehdit edecek boyuta ulaşmamış olup etkisi sınırlı kalmıştır.

Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte Latin Amerika kıtası fikrî ve siyasî yapı anlamında ciddî değişikliklere uğramıştır. Bu değişiklik, kendisini üç temel formda göstermiş olup şu an kıtanın geleceği anlamında bu üç siyaset tarzı derin bir yarış içindedir. Bu eğilimler, temel olarak Amerikan eğilimli (Kolombiya ve Şili gibi), Amerikan karşıtı ve sol meyilli (Venezuela, Ekvator ve Bolivya gibi) ve son olarak da aslında kökleri sol eğilime dayanan fakat kendilerini ortanın solu olarak ifade eden ve kendi çıkarları ile neo-liberal politikalar arasında bir denge arayışında olan siyasî eğilimdir. Bu eğilim daha çok kendisini Lula’nın devlet başkanı olmasından bu yana Brezilya üzerinden göstermiş ve şu an itibariyle hem siyasî demokratikleşme, hem de ekonomik refah anlamında kıtada örnek gösterilmektedir. 21. yy’da Latin Amerika’nın geleceği bu üç siyasî projenin hangisinin daha başarılı olup kıtada yayılacağı ile ilgili bir ‘fikrisel’ mücadeledir. Latin Amerika aynı Orta Doğu gibi, etkilerinin son derece fazla olduğu ve herhangi bir pozitif ya da negatif gelişmenin hemen yayıldığı bir kıtadır. Ortak dil olarak İspanyolcanın kullanılmasının yanı sıra, Brezilya haricindeki diğer bütün devletlerin aynı devlet tarafından sömürgeleştirilmesi (İspanya), sömürgeciliğin kıtada bıraktığı siyasî kültür ve kurumlarda ciddî benzerlikler oluşmasına yol açmıştır. İşte bu yüzden, her ne kadar her ülke farklı sorunlara sahip olsa da, Latin Amerika’da bir ülkenin geleceğinden çok, tüm kıtanın geleceği üzerine konuşmak hem kıtayı daha iyi anlamayı sağlayacak hem de daha anlamlı olacaktır.

İslam dünyası açısından herşeyden önce vurgulanması gereken nokta Latin Amerika kıtası ile “sosyal” bağların bilindiği ve düşünüldüğünden çok daha fazla olduğudur. Osmanlı Devletinin son döneminde oraya göç eden Osmanlı tebasının kıtadaki etkisi ve etkinliği o kadar önemlidir ki bugün Latin Amerika’da “turco” denilen yeni bir toplumsal katman oluşmuştur. Bunlar kıtada sadece İslam’ı tanıtmakla kalmamış, aynı zamanda “Türk stili” denilen ve ticarette hayli başarılı ve toplumda saygınlığı olan yeni bir nesil oluşturmuşlardır. Kısmen bunların etkisiyle Latin Amerika’da Müslüman nüfusun az olduğu bölgeler ve kıtalara kıyasla İslam karşıtı duygu ve düşünce son derece azdır. Sosyal anlamda var olan bu yakınlığa rağmen siyasî ve ekonomik ilişkiler son derece zayıftır. Bunda, kıtayla olan siyasî ve ekonomik ilişkilerin tarihten gelen zayıflığının yanında, kıtaya yönelik olarak bir bakış açımızın olmamasından kaynaklanmaktadır.

Yukarıda belirtilen sosyal etkenlerin yani sıra Latin Amerika, Ortadoğu ve İslam dünyası ile uluslararası siyasetteki yeri itibariyle aslında benzer bir kaderi paylaşmaktadır. Her iki taraftaki sömürgecilik sonrası bağımsızlık hareketleri, fikirsel olarak 19. yy ile 20. yy’ın başlarında olgunlaşmış, siyasî olarak ise kendisini ve etkinliğini İkinci Dünya Savası sonrasında göstermiştir. Soğuk Savaş döneminde her iki bölgede de bir Amerikan/Batı karşıtlığı en üst düzeydedir. Fakat ideolojik duruşları iki farklı ideoloji olarak kendisini göstermiştir. Latin Amerika’da sol hareketler, İslam dünyasında ise İslamî hareketler, Batı karşıtı alternatif siyasî duruşların temsilcisi ve sözcüsü olmuştur. Soğuk Savasın bitmesi sonucunda ise 1990’lardan bugüne gelinceye kadar Latin Amerika’da bir çok sol parti/grup iktidara gelmiş olup bunlardan Venezuela gibi ilk iktidara gelenler anti Amerikancı söylem üzerine ve 80’lerin anlayışı üzerine kurdukları sert ve radikal bir siyasî tavır takınmış ve takınmaktadırlar. Aynı şekilde İslam dünyasında iktidara gelen ilk İslamî siyasî partiler duruş itibariyle “radikal” olarak değerlendirilmiş ve uluslararası sistemden dışlanmıştır.

2000 yılı sonrasında hem Latin Amerika’da hem de İslam dünyasında yeni bir siyasî rüzgar esmektedir. Latin Amerika’da Brezilya Devlet Başkanı Lula’nin önderlik ettiği ve kendi iç dinamiklerinden ayrılmadan fakat aynı zamanda Batı’yla da sürekli çatışma içinde olmayan yeni bir siyasî alternatif proje yürürlükte olup başarılı bir grafik çizmektedir. “Ortanın solu” denilebilecek bu siyasî duruş, bugün itibariyle Latin Amerika’da en başarılı ekonomik ve siyasî proje olup diğer bir çok devlet tarafından çeşitli vesilelerle taklit edilmekte ve örnek alınmaktadır. Aynı şeyleri, “ortanın sağı” kavramı üzerinden Türkiyenin Ak-Parti ile birlikte İslam dünyası adına oluşturduğu siyasî duruş ve söylem üzerinde de görmek mümkündür. Dolayısıyla Türkiye ve Brezilya’nin kendi bölgelerindeki kaderleri birbirine benzemektedir. Yukarıda özetlenen benzer tarihi tecrübelerden yararlanma adına Latin Amerika, İslam dünyasından, İslam dünyası ise Latin Amerika’dan faydalanmalı ve karşılıklı bilgi artısı ile ortak tecrübeler üzerinde Batı dışı alternatif bir dünya kurmanın “tarihsel tecrübe” zemininde önemli işbirliği yapılabilmelidir.

21. yy dünya tarihinde hiç görülmediği kadar sadece birbirinden son derece uzak olan kıtaların birbirleriyle iletişim ve etkileşimi artırdıkları bir küreselleşme süreci değil, aynı zamanda Batı dışı toplumların ortak tecrübelerden hareketle oluşturmak istedikleri alternatif dünya düzeni fikrinin son derece farklı tecrübelerden yola çıkarak aynı potada harmanlandığı bir surece işaret etmektedir. Bu süreç, karsılaştırmalı analizlerin ve işbirliklerinin yapıldığı dönemde Latin Amerika ile ilişkilerin sosyal ve siyasî anlamda geliştirilmesi hem yeni ufuklar açacak hem de kendimize bir kez daha dışarıdan bakmamızı sağlayacaktır.

Sevilla Universitesi (Ispanya) Doktora Ogrencisi