For my academic writings, please consult:
http://works.bepress.com/mehmetozkan/

June 3, 2008

ALMANYA’NIN ORTADOĞU POLİTİKASI

Mehmet OZKAN
(THE MIDDLE EAST IN GERMAN FOREIGN POLICY: PAST AND PROSPECT)

Almanya 24 Haziran 2008 tarihinde Filistin-İsrail sorununa geniş kapsamlı bir çözüm bulmak amacıyla geniş katılımlı bir Ortadoğu Konferansı düzenliyor. Bu toplantı görünürde Filistin-İsrail sorununa çözüm bulmak amacıyla oluşturulan dörtlü grubun isteğiyle yapılıyor olsa da, gerek zamanlaması gerekse toplantının yapılacağı yer açısından bu görüntünün ötesinde anlam taşımaktadır. Bu anlamın ne olduğu ve uluslararası sistem açısında neyi ifade ettiği bu yazıda Almanya’nın Ortadoğu politikası perspektifinden ele alınacaktır.

Çok ileride yirminci yüzyıla bakanlar büyük ihtimalle dünya savaşlarını unutabilirler, fakat muhtemelen Hitler ve onun yahudilere yaptığı soykırımı hiç kimse unutmayacaktır. İşte bu tarihi olayın Almanlar için de unutulması ve sosyal hafizadan silinmesi öyle zor bir olaydır ki bu durum Almanlar için her zaman bir hayalet olarak varlığını hissettirmiştir. Almanyanın Ortadoğu politikasına genel bir göz atıldığında görülecektir ki, 19. yy sonlarında sömürgecilik yarışına diğerlerine göre geç giren Almanya yaklaşık yarım asır geçmeden varlığını daha çok dişarıdan ziyade Avrupa içinde hissettirmiştir. Bu durum Almanyanın gerek iki dünya savaşının çıkmasına yol açan eylemleri gerekse Hitler tecrübesiyle gösterilmiştir. Soğuk savaş öncesi Almanya’nın genel olarak aktif bir Ortadoğu politikası varken soğuk savaş döneminde çesitli sebeblerden dolayı enerjisini içeriye harcamıştır.

Almanya’nın soğuk savaş sonrası dönemde dünya siyasetinde etkisini arttırması kim ne derse desin 11 Eylül sonrasının ürünüdür. Irak savaşına Fransa ile birlikle yaptıkları ilkeli ve tutarlı karşıtlıkla beraber aynı zamanda Avrupa içinde tek bir dış politika fikrinin çıkmayacağını da ancak Amerika Irak işgali için destek aradığında gördüler. 11 Eylül sonrasında dünya siyasetinde gelişen olaylar ve özellikle de Amerikanın Ortadoğu ve İslam ülkelerinde kaybettiği prestij ve onun getirdiği boşluğu doldurmaya Almanya ve Fransa talip oldu. Fransa daha çok Akdeniz Birliği çerçevesinde kuzey Afrikayla ilişkilerini yeniden kurmaya çalışırken, Almanya kürt sorununa yaklaşımı ve AB üyeliği için izlediği ilkeli karsitlik acisindan Türkiye ile farklı bir ilişkiye girmeye çalışıyor. Hamas iktidara gelmeden önce Filistindeki demokratikleşme projelerini destekleyen ülkelerin başında yine Almanya gelmekteydi. Almanya Arap ülkeleri yanında İsrail ile de yeni bir ilişki sürecine girdi. Özellikle Angela Markel’in İsrailin kuruluşunun 60. yıl dönümünde tüm kabinesiyle beraber İsraile yaptığı ziyaret hem tarihi hem de konjektürel açıdan bir çok anlamı ifade etmektedir.

Tarihi açıdan Nazi geçmişi yüzünden Almanya İsrail ve yahudilerle hep kompleksli bir ilişki sürecine girmiştir. Bir yandan tarihin getirdiği utançlık ve bunun üzerine bina edilmiş bir İsraili toptan destekleme politikası aslında psikolojik olarak Almanyanın opsiyonlarını sınırlamaktaydı. Bu sınırlama sadece İsrail ile ilişkiler için değil aynı zamanda İsrail ile catışma halinde olan Arap devletleri ile ilişkileri de belirliyordu. Bu sınırlamanın kesin olarak kalktığına dair henüz bir imare yok ama gerçek şu ki Almanya İsrail özelinden başlayarak tüm Ortadoğu devletleriyle yeni bir tür ilişkiye girmek istiyor ve tarihin ipoteğinden kurtulmak istiyor. Almanya’nın bu yeni dış politika yaklaşımının temelleri dogrudan Almanyanın iç siyasetinde yaşananlarla bağlantılıdır. Genel olarak Batı Almanya kökenli olan Almanlar Nazi geçmişinden dolayı daha apolojetiktirler. Buna karşın Doğu Almanya kökenli olanlar Nazi geçmişi ve İsrail ile ilişkilere daha az apolojetik bakmaktadırlar. Bunun tam nedeninin ne olduğunu belirlemek ayrı bir araştırma konusu olsa da burada asıl vurgulanması gereken nokta Almanyanın birleşmesinden sonra Almanyanın Ortadoğu politikasının klasik Bati Almanların perspektifinden çıktığıdır. Dogu Almanya kökenlilerin Almayada daha çok siyaset yapımı sürecine katılması aslında Almanya’nın İsrail ve Nazi geçmişine yaklaşımında daha komplekssiz bir bakış açısını yakalamasına yardımcı olmaktadır. Dolayısıyla son yıllarda gelişen Almanyanın İsrail ile kurdugu ‘yeni’ dış ilişkilerine Dogu Almanya kökenli olan Angela Markel tarafından öncülük edilmesi hem önemli hem de manidardır.

İşte Almanya bu iç değişimin ve son yıllarda geliştirmeye çalıştığı yeni yaklaşımın bir parçası olarak 2008 Haziran ayında bir Ortadoğu Konferansı düzenliyor. Resmi olarak bu toplantı Amerika, Rusya, Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’den oluşan ve Ortadoğu dörtlüsü (Middle East Quartert) olarak adlandırılan grubun temsilcisi olan Tony Blair tarafından organize etmesi icin Almanya’ya rica edilmiş olsa da bu durumun hem stratejik hem de uzun vadeli açılımları vardır.

Stratejik olarak böyle bir toplantının Almanya ev sahipliğinde Avrupa’da yapılması 1990’ların başında Avrupa öncülüğünde başlatılan ve 1993’te Oslo Anlaşmasıyla sonuçlanan İsrail-Filistin görüşmelerinde oldugu gibi Avrupayı Ortadoğu sorununun çözümünde önemli bir aktor haline getirme sürecinin yeniden başlatılmasını amaçlar gibidir. Bu toplantının başarılı olup olmayacağını zaman gösterecek olsa da, burada vurgulanmasi gereken en temel nokta yaklaşık on-beş yıl sonra Avrupa Birliğinin Almanya öncülüğünde Ortadoğu sorunuyla yeniden ve yakından ilgilenmeye başladığının göstergesidir. Ayrıca bu toplantının Almanya öncülüğü ve ev sahipliğinde yapılması, Almanyanın son yıllarda her geçen gün pekiştirdiği ve derinleştirdiği Avrupa Birliği liderliği pozisyonunu daha da güçlendirmektedir.

Bu tür bir toplantının Almanyada yapılacak olması ayrıca Amerikan önderliğinde yapılacak herhangi bir toplantının çözüme ulaşmasının en azından görünüşte zor olduğunun göstergesidir. Amerikan Başkanı George Bush ve Dişişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın son bir yıldır Filistin sorununun çözümüne yönelik harcadıkları enerjinin etkili ve daha meşru bir güç öncülügünde devam ettirilmesi olarak da okunabilir. Gerek Irak savaşı gerekse başka politikaları yüzünde özellikle Amerikanın İslam dünyasında kredisini hızla kaybettiği şu günlerde, Filistin-İsrail sorununun çözümüne yönelik bir insiyatifin Amerika dışından ama aynı zamanda Amerikaya yakın bir güçten gelmesini de halkla ilişkiler mantığının bir gereği olarak okumak gerekir.

Haziran ayındaki toplantıya kimlerin katılacagi henuz bu yazının yazıldığı an itibariyle net belli degildir, ancak Suriye’nin barış sürecine ve toplantıya katılması için yoğun bir çaba harcandığı da bilinen bir gerçektir. Suriye’nin barış sürecine dahil edilmesi sadece barış sürecinin sağlıklı olması için istenmemektedir, aynı zamanda böyle bir durum hem oluşmuş olan İran-Suriye-Hamas ittifakını çözebilir hem de İranın bölgedeki nüfuzunu arttırma cabalarına küçük de olsa bir darbe olabilir. Bu açıdan Türkiyenin Suriye ve İsrail arasında yürüttüğü gizli arabulucuk rolü her ne kadar Türkiye açısından masumane ve barışa önemli bir katkı gibi görünse de bu çabalar Amerika ve batı tarafından farklı okunmakta ya da üzerine başka hesaplar yapılmaktadır.

Sonuç olarak küresel ve bölgesel güç dengeleri açısından kim ne hesap yaparsa yapsın ve de Almanya’nın düzenlediği bu toplantıdan ne sonuç çıkarsa çıksın, şu anki işlemekte olan süreç uzun vadede iki devletin Ortadoğudaki rolünü arttıracaktır: Almanya ve Türkiye.
15 Mayıs 2008
Orlando, Florida
US